Türkiye’de iklim farkındalığı yüksek, ancak İklim Kanunu üzerine kamusal tartışmalar ve fikir üretimi sınırlı. CO2 Manager ekibi olarak bu süreçte doğru bilgi ve sürdürülebilir yaklaşımlarla yanınızdayız.
İklim krizine dair farkındalık ve endişe bu denli yüksek bir toplumda, İklim Kanunu hakkında daha yoğun kamusal tartışmaların, fikir üretiminin ve hem bilimsel hem de popüler yayınların artması gerektiğini söylemek yanlış olmaz. Aslında toplum bunu hak ediyor.
İklim Haber ve KONDA tarafından gerçekleştirilen Türkiye İklim Değişikliği Algı Araştırması 2024, Türkiye’nin iklim algısının dünya genelindeki birçok gelişmiş ülkeden daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. “İklim değişikliğinden endişeli misiniz?” sorusuna bu yıl katılımcıların %72’si “çok endişeliyim” veya “endişeliyim” yanıtını verdi. Geçen yedi yılda bu oran hiç %50’nin altına düşmedi; 2022’de ise %83 ile tarihsel zirveye ulaştı. Küçük dalgalanmaların araştırma tarihleri ve o dönemde yaşanan iklim olaylarından kaynaklandığı söylenebilir.
Araştırma ayrıca, Türkiye’de her 10 kişiden 7’sinin iklim değişikliğinin insan faaliyetlerinden kaynaklandığını düşündüğünü gösteriyor. 2020’den bu yana bu oran %71 ila %78 arasında değişiyor. 2024 verilerine göre, iklim değişikliğinin doğal bir süreç olduğunu düşünenlerin oranı %26 iken, dünyada bazı ülkelerde %30’a kadar çıkan “İklim değişikliği yoktur” yanıtını verenlerin oranı Türkiye’de yalnızca %3. Sosyal medyada sıkça gündeme gelen iklim inkarcılarının bu kadar küçük bir kesimde yoğunlaşması dikkat çekici. Büyük ihtimalle bunun nedeni, Türkiye’de iklim inkarcılarını destekleyen organize bir hareketin olmaması. Ancak küçük bir grubun sesinin çok öne çıkması düşündürücü.
İlginç olan bir diğer nokta, iklim değişikliği konusunda toplumun temel yaklaşımlarının, politik görüş, eğitim seviyesi, yaş veya cinsiyet gibi değişkenlere rağmen oldukça benzer olması. Hemen her konuda fikir ayrılıklarının öne çıktığı Türkiye’de, böylesi önemli bir konuda sağlanan oydaşma oldukça çarpıcı.
Dahası, bu yüksek farkındalığa sahip toplumun, iklim değişikliği konusunda toplumsal aktörler, siyasi odaklar ve kanaat önderleri tarafından yeterince tartışılmaması da dikkat çekiyor. 16. yüzyıl Osmanlı tarihi gibi konular üzerine saatlerce program yapılırken, sürekli yeni sorunlar üreten iklim değişikliği üzerine içerik üretiminin sınırlı kalması ilginç bir durum. Bunun arkasında, kutuplaşma olmadan herhangi bir konuya ilgi göstermekte zorlanan bir yayın ekosistemi olduğu düşünülebilir.
Araştırmaya eklenen İklim Yasası soruları da bu durumu destekliyor. Uzun süredir hazırlıkları süren ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum tarafından TBMM komisyonlarına iletildiği açıklanan yasayla ilgili “Yasadan haberiniz var mı?” sorusuna katılımcıların sadece %12’si “Evet, içeriğini biliyorum” yanıtını verirken, %18’i “Duydum ama içeriğini bilmiyorum” dedi.
Sonuç olarak, Türkiye gibi yüksek farkındalığa sahip bir toplumun, iklim krizine dair daha fazla tartışmaya, fikir üretimine ve yayına ihtiyacı olduğu açık. Bu noktada aydınlar, entelektüeller ve eğitimli kesim, toplumun bir adım önünde olma sorumluluğunu üstlenmek durumunda.